İki günlük mide yoğunluğumu normal seviyesine indirmek için tuvalete kakalarımı aşk ediyordum, burnum o iğrenç kokulara alışmış olucak ki birden güzel bir kızartma kokusu algıladı. Tuvaletin penceresine baktım kapalıydı, “ başka yerden gelmiyor demek ki” dedim. Biraz daha kokladım. Bir yandan çıkarıyorum, bir yandan da kızarmış patateslerin kokusunu içime çekiyorum. Hemen orda kalakaldım ve çıkardığım enerjiyle olsa gerek iki gün öncesine yolculuk ettim. “Annemin bana para vermeyişi, benim onlara kızmam, tavır yapmam onların ilgisini cezbetmiş olucak ki annem bana az sonra yol yapacak, patates kızartmasını sevdiğimi bilir” dedim. Ne yapsam diye düşünürken elimi yüzümü yıkadım, çıktım odaya tam girdim, yastığın üstünde kıpkırmızı bir on milyon lira duruyordu. Utanmadım bir de parmaklarımla belki iki tanedir diye kontrol ettim. Ama bir taneydi. Benim bir tanecik kıpkırmızı on milyon liramdı o. Çok sevindim ama belli etmedim. Olayı biraz düşündüm. Ya parayı alıp hemen somurtmayı kesecektim yada almayıp inadıma devam edecektim. Takvimime baktım ödemeler vardı ama para yoktu. Ben de parayı alayım somurtmaya da devam edeyim dedim. Daha iyi bir karar olamazdı herhalde, tam bir kalleşlik örneği sergiledim, kendimden gene utandım. Yüzüm on milyon lira gibi kızardı. Kızartmalar ise sarıydı. Bu nasıl bir tezat diye düşündüm. Kızarmış bir patates ama sarı? Bunu daha önce hiç düşünmemiştim. Daha fazla da düşünmedim zaten.
Dışı hafif yanmış, içi çiğ, kızarmış, sarı patatesleri yerken annemin yine hızlı ve çiğ kızartma yöntemini kullandığını anladım. Dışı yanık, içi çiğ patatesleri yedim. Yerken de annem bana; “neyin var?” diye sordu. “ bir şeyim yok” dedim. Israr etti, “ bu surat ne peki?” – “ bir şeyim yok” – “ sen de baban gibi hepimizi aforoz ettin” – “ bir şeyim yok anne” – “ yurtdışına çıkacaktın, seviniyordun, şimdi n oldu?” – “ bir şeyim yok, gene seviniyorum ben”. Nereye hangi parayla çıkacaksam ben de seviniyor muşum? Tavır yapma politikama devam ettim, kalktım anneme küçük bir öpücükle görüşürüz dedim. Dükkana geldim. Aklımda annemin böreklerinden dükkana getirmek vardı ama aklım kafamda değildi. Dükkanda zar zor öğlen oldu. Her zamankinden söyledik iki tane. Bir süre sonra geldi; bir tabak kızarmış sarı patates, dört inegöl köfte, yarım, yarı saydam, dilimlenmiş domates, turşu filan... Dikkatimi patatesler çekti. Bu gün nedense patateslere bir farklı bakıyordum. Bunlar yanmamıştı da anneminkiler gibi, oldukça leziz görünüyorlardı. Ketçaba, mayoneze batırıp ağzıma attım, nar gibi kızarmış dumanı üstünde patateslerde bir soğukluk vardı. Bir daha bir daha derken tabağı bitirdim. Ama hiç biri sabah yediğim dışı hafif yanmış, içi çiğ, kızarmış, sarı patatesler kadar tatlı ve sıcak değildi. Bunda bir karışıklık vardı! Karnım doymuştu, bu aklımı yerine getirmiş olucak ki patateslerin anne sevgisiyle piştiğini anımsadım.
Birden önümdeki boş tabağa baktım. Kendi kendime “ kahrolsun kızarmış, sarı, leziz, dükkan patatesleri, yaşasın annemin dışı hafif yanmış, içi çiğ, kızarmış, sarı patatesleri, yaşasın anne sevgisi!” dedim!!!
Yorumlar
Yorum Gönder